CTP Mağusa Milletvekili Asım Akansoy mecliste konuşma yaptı. İşte Akansoy’ın konuşmasının tam metni:
Sayın Başkan değerli arkadaşlar,
UBP-DP-YDP azınlık hükümetinin, hükümet programını tartışmak üzere toplanmış bulunuyoruz. Program ile ilgili genel değerlendirmemi yapmadan önce şunu ifade etmek isterim.
1970’li yıllardan bugüne değişmeyen ve Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesinin özgür bir şekille şekillenmesini engelleyen siyasi müdahalelerle yeniden karşılaşmış olmak, sadece üzüntü verici değil aynı zamanda da utanç verici bir durumdur. Ne yazık ki, siyasetin bu makus talihi değişmemiş, 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve ardından UBP Kurultayı ile hükümet sürecini de kapsayacak şekilde demokrasimiz ciddi darbe almıştır. Eğer herşeyi normalleştirir, yaşanan ve yaşatılan bu ağır süreçleri gözardı edersek, Kıbrıslı Türkler olarak hiçbir zaman beklediğimiz düzeyde bir demokratik düzeni kurumsallaştıramayacak, yönetim veya devlet iddiasını bırakınız başka bir tarafa kendi halkımıza dahi kabul ettiremeyeceksiniz. Siyasete güvenin olmadığı bir düzende, ortamda, siyasetçinin ve siyasi kurumların varlığı her zaman sorgulanır olacak. Müdahale ile seçilenler sürekli kendi meşruluğunu bulamadığı toplumsal desteği arayacak ve toplumsal icazet yerini başka odakların icazetine bırakacaktır. Burada demokrasiden bahsetmek mümkün olmaz. Burada halkın yönetiminden hapsetmek mümkün olmaz, burada halkın iradesinden de bahsetmek mümkün olmaz.
Bugün toplumdaki hakim algı seçilmişlik değil atanmışlıktır; toplumsal temsiliyet değil icazet alınan makamların memurluğudur, temsilciliğidir.
Konu sadece kişisel olarak, seçilmişlik anlamında siyasetçinin toplumsal meşruluğu değil, aynı zaman siyasetçinin görüşlerinin toplumsal temsiliyeti ne ölçüde taşıdığı ile de ilgilidir ve esas mesele budur.
Bugün eğer siyaset kurumu yıprandıysa konuyu burada aramak lazım.
Bizler, kimden ve kimin için gelirse gelsin her türlü müdahaleye karşıyız derken, tarihsel sorunları açarak tek tek ele almak istemedik. 1950’ler ve 60’lar döneminde sendikacılara yönelik olaylara şu anda girmek istemem, ancak en azından 1973 yılında birinci Parti Başkanımız Ahmet Mithat Berberoğlu’nun ölüm tehdidi ile Cumhurbaşkanlığı Muavinliği seçimlerinden çektirilmeye çalışması ile başlayan ve peşi sıra tüm siyaset alanına giren bu tür müdahalelere artık bir son demek gerekiyor.
Bırakınız 2. Başkanımız Özker Özgür’e yapılanları, bırakınız bombalamaları ve diğerlerini, ülkedeki siyasi düzeni sosyal mühendislik yöntemleri ile dizayn etme girişimlerinin günü geldiğinde Sayın Eroğlu’nu Sayın Denktaşı ve diğerlerini nasıl sarıp sarmaladığı tarihsel olgulardır.
Bunu burda not etmeden sözlerime başlamak istemedim. Dolayısıyla demokrasi sadece halka ve biz solculara değil, size de lazımdır bunu hiç unutmamanızı dilerim.
Hükümet programını genel olarak değerlendirdiğimizde, üzerinde ciddiyetle çalışılmış, 10 aylık güçlü bir siyasi metin ile karşılaşmadığımızı görmekteyiz. Yapılmak istenenler genel olarak yazılmış, toplumun ihtiyacı olan ekonomi, sağlık ve sosyal hayata dair somut, akılda kalıcı ve takvimlendirilmiş, çözüm ve hedef odaklı bir çalışmanın olmadığını görüyoruz.
Dolayısıyla gerek biz muhalefetin gerekse halkın, rahatça takip edeceği, denetleyebileceği bir düzenlemeden, yaklaşımdan yoksun olduğu açıktır. Oysa ki 10 aylık bir seçim hükümetinden beklenen, halkı seçime taşımak adına kabul edilebilir sınırlar içerisinde yapılabileceklerin tanımlanması ve programlanmasıydı.
Geçmiş hükümet programları üzerinde yapılan bazı değişikliklerle yeni bir program oraya kondu. Bu bir sorundur. Çünkü siyaset kurumuna dair güvensizliğin bir nedeni müdahalelerse, bir ikinci nedeni de siyasetin halka verdiği sözlerin somu olmaması ve halkın böyle bir hükümet programı karşısında kendi hayatının nasıl düzenleneceğine dair bir fikir edinememesidir. Bu konu sürdürülebilir olmayan bir yönetim anlayışının ürünüdür. Toplumsal kalkınma adına da bir anlam ifade etmemektedir.
Programın giriş kısmı aslına gerek hükümetin kuruluş nedenini gerekse neler yapacağını ortaya koyar niteliktedir.
- Bir defa dünyadaki olayların değerlendirildiği paragrafta, özellikle içinde bulunduğumuz coğrafyada, bölgede pek çok önemli ve tartışılmaya değerlendirilmeye muhtaç konu var iken, Dağlık Karabağ konusuna yer verilmiş olması düşündürücüdür. Hassas bir konu olmakla birlikte Dağlık Karabağ konusunun uluslararası bağlamda Kıbrıs sorunu ile paralel değerlendirildiği ve bunun KKTC açısından ciddi riskler içerdiği düşünülmemesi şaşırtıcıdır. KKTC ile Dağlık Karabağın uluslararası diplomasi uzmanlarınca “tek yumurta ikizleri” olarak değerlendirildiği ve Ermenistan D. Karabağ bağlamının, Türkiye KKTC bağlamında değerlendirildiği gözardı edilerek bu vurgunun yapılması düşündürücüdür. Burada eğer konu Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ sorununu çözmüş olduğu varsayımı üzerinde KKTC’yi tanıyacağı umudu ise, sizin mantığınız açısından anlaşılır ancak içeriği güçlü dolu olmayan bir düşünce, yaklaşım olduğunu belirtmek isterim. Buradaki vurgum elbette Dağlık Karabağ’ın işgalden kurtulmasına dair bir çekince değildir. Tam tersine çok önemlidir. Ancak anlaşılan orada henüz maç bitmemiştir. Dikkatli olmakta yarar var.
- Kapalı Maraş konusu ya da açılımı, programa göre oyun değiştirici bir etki yapacaktır. Bizim bildiğimiz şudur: Yaklaşık iki senedir envanter çalışması yapılmaktadır ve bu çalışma henüz tamamlanmamıştır. Kapalı Maraş ile ilgili dönemin Dışişleri Bakanı Maraşı açmıyoruz derken, dönemin Başbakanı bugünün Cumhurbaşkanı Sayın Tatar Kapalı Maraşı Las Vegastan bahsediyordu. Cumhurbaşkanlığında yapılan bir önceki Partiler toplantısında da ne olup bittiğini bilmediğini ortaya koymuş olması kabul edilebilir değildir.
- Maraşta özel mülkiyete dokunmayacağız yönünde de açıklamalar var. AİHM kararları üzerinden gideceğiz. Yani Taşınmaz Mal Komisyonuna yapılacak başvurular değerlendirilecek ve Maraşta malı olan Kıbrıslı Rum veya yabancı şirketler gidip Malı için başvuruda bulunacak. Ne için başvuracak, takas, iade veya tazminat için. Bunun dışında Maraş’ın KKTC yönetiminde kalması gerektiğini düşünüyor ancak bunu ifade etmekten çekiniyorsunuz.
- BM Güvenlik Konseyinin 550 sayılı kararı bir yandan malların 74 öncesi sakinlerine iadesini öngörürken bir diğer yandan da Maraş’ın idaresinin BM’ye devredilmesi gerektiğini açıkça belirtiyor. Burada sizin yapmaya çalıştığınız, AİHM kararları kapsamına sığınarak, BM GK kararlarını zorlamaktan başka birşey değildir. Bu yöntemin K Maraşı açmak anlamına gelmediği açıktır. Açıkça ifade etmek isterim ki, birkaç mal iadesi dışında ileri bir hamle yapabilmeniz, Kapalı Maraşı açabilmeniz iradi olarak mümkün olsa da hukuksal olarak Kıbrıslı Türklere ve Türkiye’ye çok pahalıya mal olacak bir oyundur. Bu oyundaki amacınız, Kıbrıslı Rumların Doğu Akdeniz’deki tek yanlı girişimlerini bloke etme etkisi yaratmayacak, hem Kıbrıs Türk toplumunun olası Maraş açılımı beklentisine cevap vermeyecek hem de toplumlar arası ilişkileri daha da gerecektir. Bu oyun değişmek değil oyunu kaybetmenin diğer adıdır değerli arkadaşlar.
- Aldığımız bilgiler Kapalı Maraş konusunda BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ile de bazı görüşmeler yaptığınız yönündedir. Bu çerçevede eski Bakan Sayın Özersay, bu çalışmada bulunmuş mu, bir görüşme yapmış mı, yapmış ise bu yönde Meclisi bilgilendirmesi gerekmez mi ?
- Maraş konusundaki reklam çalışmalarına hiç girmek istemiyorum. Piknikten tutun da bisiklet turlarına kadar yapılanlar, Türkiyeden yapılan Bakan ziyaretleri vd diplomasi oyunları.
- İyi yönetilmemiş, ülkede siyasi kriz yaratarak, Meclis bilgilendirilmemiş ama bir diğer yandan TOKİ ve Konya belediyesi oralarda geziyor. Durum bu ne yazık ki…
Sayın Başkan değerli milletvekilleri,
-Kıbrıs sorununda yeni bir siyasi tavır söz konusu. Bu yeni siyasi tavrı sergileyenler, önce Konfederasyon da masada olmalı dendi. Arada BM parametreleri ile olmaz dendi. Ardından Avrupa Birliği çatısı altında iki ayrı devlet dendi, sonra siyasi eşitlik denenecek olmazsa egemen eşitliğe gidilecek en sonunda da egemen eşitliğe dayalı bir çözümden bahsedilmeye başlandı. Şimdi tüm bu saydıklarım 3-4 ay içerisinde oldu. 3 ayda bir yerden bir yere ancak bu şekilde savrulabilinir. Büyük beceri.
Ne istediğinizi bilmezseniz hiçbir yere varamazsınız. Görebildiğim kadarıyla korkunç bir dalgalanma ve dağınıklık söz konusu.
Crans Montana’dan sonra yeri göğü inlettiniz…Federasyon eskidi yeni şeyler söylemek lazım dediniz. Döndünüz statükoyu kıracağız dediniz, pandoranın kutusu artık açılmalı böyle olmuyor işte diye devam ederek, elli yıldır federasyon görüşüyoruz, o iş bitti dediniz.
Doğrusu biz de heyecan verici, söylenmemiş, başımızı göğe halkımızı güzel günlere erdirecek bir çözüm modeli ve yaklaşımı buldunuz diye düşünürken en sonunda iki ayrı devlete geldiniz.
Hayatı boyunca ayrı devlet özlemini kurgulayan merhum Denktaş’ın 93-94 yıllarında yayımlanarak siyaseten projelendirdiği, Yeni Kıbrıs Vizyonuna vardınız. Vara vara oraya vardınız. İki ayrı devlet istiyorsunuz. Ancak hepimiz AB’nin Helsinki ve Luxemburg zirve süreçlerini çok çok iyi biliyoruz. Ardından yaşananları da.
Sayın Başkan değerli milletvekilleri,
Siyaset mümkün olan ile arzular arasında bir denklemdir. Eğer Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlar arzularına yenilirse var olan statükodan bir adım atmak mümkün değildir. Çözüm ancak ve ancak karşılıklı kabul edilebilir ve kapsamlı olmak durumundadır. Karşılıklı kabul edilebilmenin yegane gereği, arzulara değil, eşitlik, güvenlik gibi olmazsa olmazlar üzerinden hareketle mümkün olana yönelmektir.
Ancak siz denenmiş ve başarılı olmamış bir modele yönelmiş durumdasınız. Bu yol yol değildir. Bu yol, Kıbrıslı Türkleri dünyada ayrılıkçı noktaya itecek ve izolasyon altında olduğumuz bir durumda bizi daha da yalnızlaştıracaktır.
Çözüm ile ilgili BM Güvenlik Konseyi kararları bağlamında, varılmış mutabakatlara, 11 Şubat Eroğlu Anastasiadis ortak açıklamasına ve 30 Haziran 2017 Guterres belgesine onay vermedikçe resmi düzeyde bir ilerlemenin olmayacağı açık ve nettir. Gayrı resmi bazı görüşmeler, toplantılar elbette olabilir ancak sizin bekletinizi karşılayacak bir durum olmayacak, asla Kıbrıs Cumhuriyeti KKTC’yi 24 saat için bile olsa tanımayacaktır. Bu bir gerçektir. Bu sosyolojik, tarihsel ve siyasi gerçektir. Siz tezinizi bunun üzerine kurarsanız, kendi toplumunuzu cezalandırmış olursunuz.
Bu noktada iki ayrı devlet ve ona bağlı bir konfederal çözümü savunan siyaset ile karşı karşıya isek, ben sizlerin bu siyasetin olabilirliğini görmüş değerlendirmiş olduğunuzu varsayarak sormak istiyorum:
- İki ayrı devlet modelini nasıl bir strateji ile kurgulayacaksınız ?
- Uluslararası camia ve Kıbrıslı Rumların bu konudaki görüşü nelerdir ?
- Görünür bir gelecekte, bu siyasetin kazanımları neler olacak, halkımız dünya ile nasıl daha çok entegre olacaktır?
- Bu siyasetiniz ile AB ile olan ilişkilerimiz nasıl şekillenecektir ?
- Bu siyasetiniz ile Kıbrıs Türk halkı ekonomik, siyasal ve hukuki olarak dünyadaki yerini nasıl alacak ? Kısa ve orta vadede neler yapılacak ?
- Eğer tüm bunlar dışında KKTC’nin tanıtılabileceği iddiasındaysanız. Bunun nasıl olacağına dair halka bilgi vermekle yükümlüsünüz.
- İki ayrı devlet çözüm modeli bağlamında Kıbrıslı Türklerin hayatlarında ne gibi değişikliler planlamaktasınız? Uluslararası hukuk önemli değilse, BM Güvenlik Konseyi kararlarını dikkate almayacaksanız ve Türkiye hükümeti de bu görüşü paylaşıyor ise, örneğin, gençlerimiz ve spor kulüplerimiz artık Türkiye ile spor karşılaşması yapabilecek mi? Galatasarayı MTG ile oynarken izleyecek miyiz ? Yoksa GS mesela APOEL ile oynarken biz televizyondan mı izleyeceğiz ?
- İki ayrı devlet siyasetiniz ile gençlerimiz, AB’den çıkmış olan İngilteredeki sınırlı ücretli eğitim hakkından yararlanabilecek mi? İngiltere de AB’den çıktığına göre…KKTC ve İngiltere iki ayrı devlet olarak bu sorunu çözecek mi ?
Bu ve benzer soruları halkımıza, Meclis anlatmak durumundasınız. Biz BM GK çözüm ile ilgili kararları çerçevesinde bir çözüm dışında bir yolun olmadığını, karşılıklı kabul edilebilirliğin bunu gerektirdiğini çok iyi biliyoruz.
Bizler soru sormaya bugün de yarın da her platformu kullanarak devam edeceğiz. Yanıtlarınızın bunlar devlet işleridir, zaman alır, devlet işlerinde her şey konuşulmaz, federasyon acizliktir gibi zamanı tükenmiş, bitmiş yaklaşımlarla değil, Meclisin ve halkın hak ettiği düzeyde, saygınlıkta olmasını bekleriz. Kıbrıs sorunu hassas bir konudur, Kıbrıslı Türkler için hayatidir. Bu konunun Mecliste tartışılması gerekir, Sayın Cumhurbaşkanının görüşlerini halkın meclisine aktarması, bizimle tartışması gerekir.
Sayın Başkan değerli arkadaşlar,
Sosyal konular yanında, ülkemizde 2 temel sorun mevcuttur. Bir tanesi kurumsal devlet yapısının yeniden yapılanması ve halka etkili ve sürekli hizmet ulaştırmak. Bir diğeri de ekonomik sorunlarda yapısal sorunları aşarak ayakları yere basan adımlar atmaktır. Bu yönde herhangi bir öngörüsü olmayan bir hükümet programının zaman kaybından başka birşey olmadığı açıktır. Günü kurtarmak adına yapılan işler, geleceğimize dair belirsizlikleri beraberinde getirmektedir.
Tüm bunlar varken, Bakanların görevlendirilmesi konusunda yaşanan büyük kaos inanıyorum ki bize ciddi anlamda zaman kaybettirecektir. Çünkü icraat ancak bilgi temelli, programlı ve cesaretli adımlar olduğu ölçüde halkın beklentilerini karşılayabilir. Görevi bilmeyen, yeni başlayan bir kişinin bürokratların referansı ile yol alma gücü çok sınırlıdır.
Yurttaşlık yasası konusu, uzun süredir kamuoyunun gündeminde. Bu konuda halkın büyük hassasiyeti var. Burada ne tür bir adım atılacak, önemlidir. Çok net olan bir durum var. KKTC’deki nüfus artışı ile vatandaşı tamamen birbirinden ayıracak, Daimi İkametgah Belgesi yasasını güçlendirecek ancak yurttaşlık yasasında halkın hassasiyetinin gözetileceği bir düzenlemeye gidilmesi gerektiği açıktır. Bu düzenleme, kota ile ve çalışma yılları bağlamında mutlaka etkili bir şekilde sınırlandırılmalıdır. Bakanlar kurulunun yasa yapma yetkisi tamamen ortadan kalkmalı, Bakanlık onayı gerektiren işlerde esnek kavramlar değil, net ve açık yazılımlara gidilmelidir. Bu noktada Kuzey Kıbrıs’ın kültürel kimliği ve sosyal değerlerinin mutlaka gözetileceği bir kültürel rehabilitasyon programı öngörülmelidir.
Ülkemizde bulunan yabancıların çalışma, iş kurma koşulları, meslek örgütlerimizin görüş ve önerileri çerçevesinde mutlaka iyileştirilmeli. Maliyet gerektiren düzenlemeler ilgili ülke ile de görüşülerek, ülkemizde emeği ile geçinen, kayıtlı insanların yaşamı rahatlatılmalıdır.
Bu çerçevede Sayın Kutlu Evren, ciddi anlamda yeni yurttaşlık yapılacağı yönünde açıklamalar yapılmaktadır. Bu yönde yeni düzenlemenin, bizlerin de görüşleri ile şekillenene kadar, geçici bir süre vatandaşlık vermeyi durdurunuz. Konuya hakimiz, ortak noktalarımız da vardır, yaratılabilir. Ancak eğer söz konusu rakamlarda yurttaşlık verilmeye girişilmesinin, toplumda büyük tepkiye neden olacağını belirtmek isterim. Gerek Bakanlık onayı gerekse Bakanlar Kurulu bağlamında vatandaşlık vermeyiniz. En kısa zamanda çalışalım ve yeni çerçevede toplumsal uzlaşı ile yol alalım. Bu çağrıma kulak vermenizi temenni ederim.
Sayın Başkan Değerli arkadaşlar,
Hükümet programında 25 yeni yasa veya tadilatı 3 de yasalara tüzük hazırlanacağını saptadım. Doğru mu saydım 25 diye ??? Bir başka arkadaş yanılmıyorsam 18 dedi…
Eğer öngörünüz bu ise, size 10 ay değil değil 5 yıl gerekir diye düşünüyorum. Çünkü bu kadar yasal çalışma değil yaz dönemleri pandemi şartları dahi zorlansa mümkün değil.
Önceliklerinizi saptayınız. Önceliklere göre, toplumun sosyal ekonomik ve sağlık alanındaki acil ihtiyaçlarına göre yasa tasarılarını meclise taşıyınız.
Belediyeler değişiklik yasası ve vatandaşlık burada öncelik olarak düşünülebilir.
Son olarak bir iki vurgum olacak:
Bir tanesi asgari ücret konusu. Bu konuda süratle adım atınız. Yapılan değerlendirmeler bugün net 4.000 gibi bir rakamı işaret ediyor. Bu konu çok önemlidir. Asgari ücretlinin bu hayat pahalılığı koşullarında alım gücü yok olmuştur.
Elbette küçük esnafın şu koşullarda yaşadığı ekonomik zorluğu aşma yönünde destek ihtiyacının sağlanması, hibe yoluna başvurulması, yaşanılan büyük zararın karşılanması lazım. Büyük borç yükleri karşısında insanlarımız, küçük esnaf büyük sıkıntılar içinde, buna mutlaka öncelik tanıyınız.