Mühendis Odaları’ndan imar planı hakkında açıklama
Yapılan açıklama şöyle:
Ülkemizde bir süredir tartışılan imar planı konusunda dün talihsiz ve ciddi sonuçları olacak bir
karara imza atıldı. Tüm uyarı ve hatırlatmalara rağmen siyasi otoritelerin sermaye kesimine karşı
verdiği sözler nedeni ile kapalı kapılar ardında rant taleplerine direnilememiştir.
Ülkelerde imar planları sadece inşaat planları değildir, insanların yaşayışını şekillendirir. İnsanların
da o şehirlerde/bölgelerde yaşayabilmeleri için ilk ihtiyaç duyacakları şey ise sudur. Rant çevreleri
açısından önemli olmasa da bu kadar çok yapılaşmaya imkan verilen bir ülkede, uzun vadeli yapılan
ve ciddi uğraş ve maliyetlerle gerçekleştirilmiş Türkiye-KKTC su temin projesinden temin edilecek
su çok kısa bir sürede bu bölgelere yapılacak olan yapılarda yaşamaya gelecek olan insanlarla -ki bu
“plana” göre 500.000 kişi düzeyinde bir bölge nüfusu söz konusu olabilecektir. Doğal olarak
paylaşılmak durumunda kalınacak ve uzun hatta orta vadede bu ülkede eskiden olduğu gibi ciddi bir
su sorunu ortaya çıkacaktır. Rant kesiminin unutturmaya çalıştığı bir konuyu yeniden hatırlatmak
isteriz: Birkaç yıl öncesine kadar ülkemizde kaliteli ve sürekli su temini yapılamıyordu. Şu anda
sahip olduğumuz rahat su temini ciddi bir imkandır ve kıymeti çok iyi bilinmelidir.
Tatlı su kaynakları dünyada ve bölgemizde her geçen yıl azalmaktadır. İmar Planını yalnızca ekonomik
olarak değerlendirmek, sosyal ve çevresel boyutlarını ‘yokmuş gibi’ davranmak yalnızca kendimizi
kandırmak olacaktır.
Diğer bir önemli konu, 2019 Aralık ayında imara kapatılan tarım ve orman arazileri yeniden imara
açılmıştır. İmara açılan 2100 dekar tarım arazisinin % 90ı birinci sınıf ve %10 luk kısmı ise ikinci
sınıftır. Bu konuda sadece Mağusa İskele ve Yeniboğaziçi değil ülke geneli için tarım arazilerin
korunması şarttır. Bunu sağlamak için ise Toprak Koruma Yasası’nın meclis gündemine gelmesi
gereklidir. Sadece 2000-2010 yılları arasında toplam 75 bin dönüm arazinin 42 bin dönümü birinci
ve ikinci sınıf tarım arazisi inşaat sektörüne kaymıştır. 2010 yılından sonra ne kadar tarım
arazisinin inşaata kaydığı bilinmemekle beraber tarım arazileri her geçen gün azalmaktadır.
Toprağın esas sahibi olan köylü üretimden koparılıp, arazileri yok pahasına sermaye kesimi
tarafından satın alınarak tarım ithalat lobisine peşkeş çekilmiştir. Toprak koruma yasası bir an önce
hazırlanmalı ve uygulanmalıdır.
Mağusa-İskele-Yeniboğaziçi İmar Planı içeriğine bakıldığı zaman, Elektrik Mühendisliği disiplini
açısından çekincelerimiz olduğunu ve çalışmalar yapılmazsa çok ciddi teknik sorunların oluşacağını
de ayrıca belirtmek isteriz. Hali hazırdaki santrallarımızın toplam kurulu gücünün bile yetersiz
kaldığı bugünkü koşullar göz önünde bulundurulursa, emirnamenin hayata geçirilmesi ve
yatırımların başlamasıyla birlikte enerji açığımız çok daha fazla artarak daha büyük sorunlar
yaşamamıza sebep olacaktır. Yeni yapılacak binalar için mevcut altyapılar yetersiz kalacak ve
tümden yenilenmesi gerekecektir.
Bundan sonraki gelişme bölgelerinde tüm elektrik hatları, telefon
ve fiber hatları yer altına taşınmalı ve görsel kirliliğin önüne geçilmelidir. Ayrıca her evin veya
apartmanın çatısına kurulabilecek güneş panelleri için de farklı çözüm arayışına gidilerek farklı
merkezlerde toplanması gündeme getirilmeli ve buna göre planlama yapılmalıdır.
18/2012 Çevre Yasası’na göre, Nüfus eşdeğeri 2000’in üzerinde olan yerleşimler, standartlara
uygun atık su toplama, arıtma ve deşarj sistemleri kurmakla yükümlüdür. Ancak bölgelere
bakıldığında, Mağusa’da atık su arıtma tesisi bulunmakta, ancak kapasite sıkıntıları yaşandığı
bilinmektedir. İskele ve Yeniboğaziçi’nde ise merkezi atık su arıtma tesisi bulunmamaktadır. Yine
aynı yasaya göre Belediyeler evsel katı atık bertaraf tesislerini kurmak, kurdurmak, işletmek veya
işlettirmekle yükümlüdür. Ancak, bölgelere bakıldığında Mağusa’da yıllar önce yapılmış ancak
kullanılmayan Transfer istasyonu bulunmaktadır. Ve üç belediyenin de atıkları vahşi depolama
alanlarına dökülmektedir. Bu da su, toprak ve hava kirliliğine neden olmakta çevre ve halk sağlığını
tehdit etmektedir. Yine Çevre Yasası’na göre Belediyelerin stratejik gürültü haritaları hazırlaması ve
çevresel gürültü eylem planları hazırlaması gerekmektedir. Ancak, böyle bir çalışma dahi
yapılmamıştır. Yanıtlanması gereken önemli bir soru da bölgede kişi başına düşen yeşil alan miktarı
ne olacaktır? Ayrıca, şeffaf yürütülmeyen bu süreçte su taşkın analizilerinin dikkate alınmadığına
dair endişelerimiz mevcuttur.
Odalarımız tüm ilgili taraflarla çalışmaya devam etmekte, bu konuda her türlü ilgi, özen ve
fedakarlığı göstermekle beraber bu konuda ülkemizin teknik ve siyasi kadrolarının da aynı ciddiyet
ve hassasiyetle yaklaşmasını , uzun vadeli planlar çerçevesinde bekliyor ve talep ediyoruz.
Plansız biçimde sırf emlak rantlarının ekonomik olarak da neler yapabileceğini hatırlamak için 2008
Amerikan gayrımenkul kaynaklı ekonomik krizine bakmak yeterli olacaktır. O dönem sistem
içindeki birçok insan herşey yolunda iken çok kazanç elde ediyorken sistemin aksayan yerlerini ve
olası sorunları gözardı edilerek ekonomik ve sosyal sistem çökmenin eşiğine getirmişlerdir. Şu anda
da ülkemizde benzeri bir süreç genel olarak “sürdürülebilirlik” açısından yaşanmaktadır. Bu sefer
de mali kazançlar uğruna bu ülkenin geleceği ipotek altına alınmamalıdır. Bu çarpık “planı”
hazırlayan ve imzalayanların ileride ortaya çıkacak sorunlardan doğrudan sorumlu olacaklarını
tarihe not düşüyor, bir an önce bu yapılan hatalar bütününden “bilimin ışığında” geri dönülebilmesi
için bu gerçekleri halkımızın bilgi ve takdirine sunuyoruz.