Serkan Soyalan yazdı: Lebon ve Markiz'in hikayesi
Pastaneleri, cafeleri, kahvehaneleri şehirlerin paylaşma, sosyalleşme alanlarıdır. Çok uzun yıllar da Lebon ve Markiz de İstanbul’da Pera’nın kalbinin attığı yerlerdi.
Pera bölgesi yani “Grand rue de Pera”, şehirde lüks tüketimin başladığı likörün, çikolatanın Osmanlı insanıyla tanıştığı bir konumdaydı.
Modernleşmenin yaygınlaşmasıyla birlikte, 19’uncu yüzyılın sonlarında artık kahvehaneler yerini modern pastanelere bırakmaya başlamıştı bile.
Tabii o yıllarda Avrupa görmüş Pera sakinlerinin, Fransız tatlılarıyla buluşması, orada kendilerini bulmaları, İstanbul’un sosyal yaşamını da değiştirmiş, yeni bir lezzet durağı eklemişti.
O dönemleri anlatan kaynaklara baktığımızda, İstanbul’un ünlü pastaneleri arasında Lebon, Nisuaz, Baltzer, Savoy ve Markiz’in adlarının yazıldıklarını görmekteyiz. Ancak bugün yazımızda sadece Lebon ve Markiz’e değineceğiz.
Yazımız nereden Lebon ve Markiz’e düştü, önce ondan bahsedeyim. İstiklal Caddesi’nde bir dönem konuklarını ağırlayan Lebon ve Markiz’in önünde durdum. Onlarca yıl İstanbul’un buluşma noktasının, kapıları kapalı şimdilerde. Başımı uzatıp da tozlu camından içeri göz atınca, bir hüzün çöktü içime. Duvarlardaki işlemeleri ve yalnızlığında fısıldayan anılarına daldım.
Lebon Pastanesi’nin Fransız Büyükelçiliği’nde pastacıbaşıyken ayrılıp sonra Mösyö Vallauri’nin şekerci dükkanında çalışan Eduard Lebon tarafından kurulduğu sanılsa da kayıtlara göre oğlu Mösyö Lebon tarafından kurulmuş olması daha da olası.
1850’lerde kurulmuş olan Lebon Pastanesi, İstanbul’un en ünlü davet ve lokanta mekanlarından biri olarak anılıyordu.
O derece belleklerde yer etmişti ki, “Chez Lebon, tout est bon” yani “Lebon’da her şey iyidir” tekerlemesi dillere pelesenk olmuştu.
Mekanın iç mekanı Alexandre Vallauri tarafından tasarlanmış, Limoges ve Havilland porselenleri, Degugis kristalleri ve Christofle yemek takımları, 1920’lerde Avrupa’dan getirtilen “Art Nouveau” fayans duvar panolarıyla da Lebon Pastanesi ile bir büyük markaya dönüşmüştü.
19’uncu yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde edebiyat dünyamızın meşhur simalarının da uğrak yeri olarak anılıyordu. Ahmet Haşim, Tevfik Fikret, Abdülhak Hamit gibi edebiyatçıların buluşma noktasıydı.
1940 yılına gelindiğinde Lebon Pastanesi, Avedis Ohanyan Çakır tarafından satın alınarak el değiştir ve adı Markiz Pastanesi olur.
Çakır, burada ürettiği çikolata ve şekerlemeleri Paris’teki meşhur “Marquise de Sevigne” kalitesinde sunmak istediği için mekana “Markiz” adını verir.
İç mekanda vitraylarla bütünleşen “Art Nouveau” seramik panoların mekana kattığı benzersiz hava, şehrin üst ve orta sınıf çevrelerini tatmin eden hizmet anlayışı, nefis tatlı, yemek ve çikolatalarıyla da yıllarca yerini muhafaza eder. Ancak 1980’lere gelindiğinde içinde bulunduğu Şark Aynalı Çarşı Pasajı, bir otomotiv şirketine satılınca kapanır.
Kaderine terk edilen mekan 2003’te restore edilip yeniden açılır. Fakat birkaç yıl sonra farklı işletmelerce kullanılan mekan, isminden başka eski ihtişamlı günlerinden bir iz bırakılmamıştır. 2016 yılına gelindiğinde ise yeniden kapanır.
Şimdi o canlı, o ihtişamlı İstiklal’de kaderine terk edilmiş bir halde, hüzünle önünden gelip geçenleri izliyor burası. Kim bilir bir şiirin dizesinden, ya da bir romanın dizesinden, çıkıp yeniden hayat bulur?