Serkan Soyalan yazdı:Madame Tussauds
Madame Tussauds Müzesi’ne ilk kez yıllar önce Londra’da gitmiştim. Hayran kalarak o müzeden ayrılırken, Madame Tussauds ile ilgili oradan aldığım kitaplara gömülmüş, bu heykel ustası kadının heykel tekniklerine de şaşırmıştım.
Yıllar sonra İstanbul’da Beyoğlu’nda açılan Madame Tussauds Müzesi’ni de ilk kez, yeni açıldığı dönemlerde Yıltan Taşçı ile birlikte gezmiş, sonraki zamanlarda da birkaç kez daha gezmiştim.
Merkezi Londra’da bulunan Madame Tussauds’un, İstanbul’un yanında Amsterdam, Berlin, Hong Kong, New York, Sidney ve Tokyo gibi merkezlerde de şubeleri var. Farklı coğrafyalara yayılmış, toplamda 24 şube.
1761yılında Fransa’nın Strazburg şehrinde doğan Marie Tussaud’un en büyük şansı, annesinin balmumu konusunda uzman olan Dr. Philippe Curtius’un İsviçre’nin Bern şehrindeki evinde yardımcı olarak çalışması oldu. Kendisi de annesi ile birlikte o evde kalırken, Curtius, Tussaud’u da yetiştirmiş ve ona bal mumu modelleme sanatını öğretmişti.
Bu sanat dalının en ince detaylarını öğrenen Tussaud, henüz 16 yaşındayken ilk bal mumu heykelini, yani Voltaire heykelini yapar. Bu sırada modellediği insanlar arasında Jean- Jacques Rousseau ve Benjamin Franklin de vardır.
İstanbul’daki müze içerisinde gezerken tarihin kültürel ve tarihi kahramanları arasında geçmişten bugüne bir yolculuğa çıkma şansını yakalıyorsunuz.
Heykellere dokunmanın yasak olmadığı müzede, müze çalışanları bir de anekdotu paylaşıyorlar ve hayranları tarafından defalarca öpülen Kıvanç Tatlıtuğ’un yüzünden sürekli ruj lekelerini temizlediklerini söylüyorlar.
Bir detay da Brad Pitt ve Angelina Jolie’den… Bilindiği üzere sinemanın iki dev sanatçısı evliliklerini noktalamışlardı. Müzede yan yana duran ikilinin yerleri, ayrılık sonrasında değiştirilirken, iki sanatçının parmaklarındaki yüzükler de çıkarıldı.
Yine müze içerisinde, Yaşar Kemal’in üzerinde giydiği takım elbisesi, büyük ustaya ait.
Müzeyi gezerken gözlerimin yüzlerce şarkıyı besteleyen Cem Karaca’yı, Büyük Usta Ruhi Su’yu, yüzlerce filme imza atan ve yüzümüzü güldüren Kemal Sunal’ı ve Münir Özkul’u, Türkiye’ye edebiyat alanında tek Nobel’i getiren Orhan Pamuk’u, kitaplarında İstanbul’u, bilhassa Beyoğlu’nu en çok işleyen yazarlardan olan Ahmet Ümit’i, İstanbul’da Pera Palas’ta konaklayan Agatha Christie’yi, deklanşörü konuşturan adam Ara Güler’i de
aradığını da söylemeliyim.